Antik çağ filozof ve tarihçisi Theophrastus (M.Ö. 371), Midilli doğumlu, Atina’da yaşamış, bitkiler üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. De Causis Plantarum adlı eserinde şöyle der:
“Burgaç (girdap), birlikte olması gerekirken ağır olanla hafif olanı birbirinden ayırdığı için… Öne eğilmek de aynı nedenle, ağır olanla hafif olanı birbirinden ayırdığı için baş dönmesine neden olur.”
Ben motosiklet kullanırım. Hayli mutlu anlarımı onun üstündeyken yaşarım. Bisiklet ya da otomobil kullanmaya benzemez. Hem görsel hem de nesnelerin ve şekillerin konumlarını anlama, bu bilgileri zihinsel olarak temsil etme, dönüştürme ve hatırlama yeteneğinizi kullanırsınız. Sürüşte ve dönüşlerde denge sayesinde ağırlığınızı ve kaslarınızı eklemleriniz üzerinde kaydırarak sağa sola eğilir, vücudunuzla motor arasında bir uyum sağlarsınız.
Evimin sokağından caddeye çıktığımda saat 05:00 sularıydı. Sarıyer sabahları, yollar genellikle çiğ nedeniyle ıslak ve kaygandır. Arkadaşlarla randevuma bu kez geç kalmayacağım umuduyla virajı biraz hızlı aldım. O anda dünyanın ayaklarımın altından kaydığını hissettim. Başımı en hafif açısal hareketle yere doğru eğerken motor yan yattı.
O sırada iç kulağımdaki yarım daire kanalları içinde dolaşan sıvı, dönme hareketini algıladı. Aynı anda kanalın tabanındaki kalsiyum karbonat kristalleriyle dolu jöleye gömülü, beyinle bağlantılı hassas tüy hücrelerinin yer aldığı utrikulus, yana doğru çekilme hareketlerini kaydetti. Kafatasım yana doğru hızla kayarken, jöle tüy hücrelerine asıldı ve onları geriye doğru çekti. Yan yattığımda motoru bıraktım; yolun bir yanına kendi etrafımda dönerek kaydım, motor ise aksi yönde, merkezkaç kuvvetiyle savruldu. Neredeyse aynı anda durduk. Allahtan yokuş yukarı ilerliyordum ve hızım da 30–40 km’yi geçmiyordu. Motorumu civardaki insanların yardımıyla kaldırdım ve yola devam ettim. Vücudumdaki adrenalinin etkisiyle, tüm algılarımın —iç kulağımdakilerle birlikte— açıldığını hissediyordum.
İç kulağımızdaki bu kıvrımlı kanallar ve onların içindeki sıvı sistemi, memelilerde ve insan embriyosunda, ana rahminde amnion kesesi içinde sıvı dolu bir ortamda büyüyüp dış dünyaya geçişe hazırlanmış olmayı açıkça gösterir. Evrimsel süreçte, deniz suyunun hareketlerine karşı denge sağlayan bu sistemin, karaya uyum sağlayan memelilerde de sürdürülmesi tam anlamıyla bir evrimsel izdir.
Biyologlar, embriyolojik dönemden olgun (matür) döneme geçişteki tüm evreleri bu kesenin içinde adeta tarih gibi gözlemler. İşte bu kadim denge organı, beş duyunun yanında varlığını güçlü biçimde kanıtlar.
Modern teknolojide de bu sistemin yansımasını görürüz. Akıllı telefonlarımızda kullanılan nanoteknolojik jiroskoplar, iç kulaktaki denge sistemi gibi cihazın uzaydaki yönünü ve hareketini belirler.
VERTİGO
Denge organımız ile gözlerimiz, hareket halinde olup olmadığımız hakkında birbirine zıt sinyaller gönderdiğinde ortaya çıkan bu duruma Vertigo denir. Bu durumda şiddetli mide bulantısı da tabloya eşlik eder.
Gemi seyahatlerinde ya da dengesiz bir araçta beyin, kulaktan gelen hareket sinyalleriyle gözlerden gelen sabit görüntü bilgisi arasında bir çelişki algılar. Beyin, bu çelişkiyi bir “zehirlenme” olarak yorumlar ve kusma refleksini devreye sokar.
İç kulaktaki bu denge organını etkileyen tümörler, enfeksiyonlar ve başka somatik (bedensel) lezyonlar da benzer etkiler oluşturabilir. Tüm bu nedenler ekarte edildiğinde ve hasta hâlâ aynı semptomları yaşıyorsa, Amerikalı kulak burun boğaz uzmanı John Epley’in 1980’lerde yaptığı keşif akla gelir.
Epley, iç kulaktaki yarım daire kanallarında yer alan kristallerin (otolitlerin) yerinden koparak serbestçe dolaşmaya başladığını ve bu kristallerin baş hareketleriyle çarpışarak beyne yanlış ve çelişkili sinyaller gönderdiğini göstermiştir. Bu nedenle vertigosu olan hastalar, başlarını öne/arkaya, sağa/sola çevirdiklerinde baş dönmesi ve mide bulantısı yaşar. Bu kişiler, hayatın katlanılmaz hâle gelmesiyle genellikle kendilerini eve hatta bir odaya kapatırlar.
Bu sendroma tıp dilinde Benign Paroksismal Pozisyonel Vertigo (BPPV) denir. Kristallerin yerine oturtulması, bu düzensiz hareketlerin önüne geçer. İşte Epley, geliştirdiği basit baş pozisyonu manevralarıyla bu kristalleri yerine getirerek, ilaçlarla düzelmeyen bu durumun tedavi edilebileceğini göstermiştir.
Epley manevralarını, bu durumdan muzdarip olan herkes internetten izleyerek öğrenebilir ve kendisine yardımcı olacak bir kişiyle birlikte bu uygulamayı bir yatakta gerçekleştirebilir. Sevgili meslektaşım Gavin Francis’in dediği gibi bu yöntem, “sihir gibi… kara büyü tıbbı” gibidir.
Bu hikâye, yaratıcı düşüncenin, hekimlik sanatında yeni bir teknolojinin keşfi kadar kıymetli bir yeri olabileceğini hatırlatır.
-Dr. Şadi Özdemir