Acil servislerde, bilinci kapalı bir hasta geldiğinde doktorların ilk baktığı yer hastanın gözleridir. Tuttuğumuz ışığa karşı refleks vermeyen boş bakışlar ve “pupilla” denilen göz bebeğinde küçülme görülür. Nabız atışı hissedilemez.
En önemlisi ise, solunum hareketleri ve solunum sesleri en az bir dakika boyunca dinlenir. Bu sesler duyulmadığında, hastanın ölmüş olduğuna kanaat getirilir.
Akciğerler, neredeyse tamamen havadan oluştuğu için vücudun en hafif organıdır. Hint-Avrupa dillerinde “lung” (örneğin Almanca: Lungen), “hafif” anlamına gelir. Latince’de akciğer, “pulmones” olarak adlandırılır.
Geleneksel Çin, Ayurveda ve Yunan tıbbında havanın gözle görünmeyen ruhlar ya da enerjiler (Çi, Prana, Pneuma) taşıdığına inanılır. Bedenlerimiz ruhlarla dolu bir ortamda bulunur; ruhlarla ilişkimiz ise akciğerler aracılığıyla kurulur. Bu havayı içimize alır, sonra dışarı verirken Logos (kelime, söz) yaratılır. Yuhanna İncili’nde ilk prensip Logos, yani sözdür. İslam’da Kur’an’ın ilk ayeti “İkra” yani “Oku”dur. Varoluşa dair simgeleri ve ruhla ilişkimizi, işte bu ara yüz olan akciğerler sağlar.
Doktorlar, bu organın çıkardığı sesleri dinleyip anlamlandırırken aslında ruh ile beden arasındaki ilişkinin varoluşsal durumunu değerlendirirler.
Akciğerler, anatomik olarak nefes borusu (trakea) ile sağ ve sol göğüs boşluğunun birleştiği yer olan karinada ayrılır. Karina, gemi gövdesinin öne doğru birleştiği kısımdan türetilmiştir. Burada oluşan yabancı cisimler veya iltihabi durumlar hassasiyetle algılanır ve öksürük refleksiyle dışarı atılmaya çalışılır. Bu kısma verilen ad, yapının işlevine gönderme yapar.
Akciğerlere giden bronşlar, trakeanın devamı olarak dallanır ve küçük hava keseciklerine (alveollere) kadar uzanır. Burada havadaki oksijen, kirli kanla temas eder; oksijen kana geçerken, karbondioksit kana karışmış havayla dışarı atılır. İçeriye oksijen (temiz hava) alınıp, karbondioksit (kirli hava) dışarı verilir. Tıpkı ağaçların yaprakları gibi iş görür. Bu nedenle biz doktorlar bu yapıya “bronş ağacı” deriz.
Akciğerleri dinlerken, oradan gelen sesleri müzik notalarının karmaşık düzenine benzetiriz. “Tympanik” (ince, metalik bir ses gibi) ve “sonor” (içi boş bir borudan çıkan ses gibi) tonları anlamlandırarak, ses perdelerindeki değişimlerle tanı koyarız. Tıpkı kalbin içinden geçen kanın çarpmasıyla oluşan normal ya da anormal kalp seslerinde olduğu gibi.
En ilginç olanı ise; kalp ve akciğerlerin çıkardığı bu müzikal seslerin hastaların genel durumuyla olan bağdaşıklığıdır. KOAH’lı bir hastanın nefes verirken çıkardığı sesi, uzaktan bile tanıyabiliriz. Bu akciğer, bozulmadan önce kim bilir hangi aryaları seslendiriyor, hangi tenor ya da bariton seslerle kulakları şenlendiriyordu…
Kendinize iyi bakın.
-Dr Şadi Özdemir